Kısa olsa daha iyi tüm konuşmalar. Anlamadığım birçok konuşmaları bile bir an önce son bulması için anlamış gibi yapıp konunun kapanmasını ve konuşan kişinin yanımdan ayrılmasını bekliyorum. Son defa gözlerine bakarak, “tamam” anlamında, “anladım, hem de senin anlatamadığın kadar, hatta tahmin bile edemeyeceğin kadar” diyen bakışlarımla elimi artık gitmesi gerektiğini anlatan bir ifadeyle ona doğru uzatıp tokalaşmaya başlıyorum. Gitmiyor bir türlü… Tekrar bırakıp elimi yine baştan başlıyor yeniden. Tekrar uzatıyorum ben de, sıkıyorum elini ve “tamam” diyorum bu sefer yüzümü çevirip kalktığım yere otururken.
“Lütfen!” diyorum içimden sesli bir şekilde,” Lütfen artık gidin yanımdan ve zaten hiç alamadığım ve yalnız başınalığı tek zevkim olan içimle beni baş başa bırakın.” Belli ki bir ikram olarak görüyorlar boş vakitlerini geçirip beni ve içimi doldurdukları zamanı.
“Bunu istemiyorum inanın,” diyemiyorum onlara. Uzaktan verilecek tatlı sesiz bir selam tadında seviyorum sizleri. Yaklaşıp kaldıkça uzayan sürelerde size karşı olan özlemim, kendini affetmeyecek kadar kızıyor bana.
Gizemini kaybeden hiçbir şeyin eski tadını alamayız hem, alamıyorum da. İnsan, uzaktan kulağa hoş gelen konuşmaların içinde bulunca kendini, kapalı ve tüm uzak sesleri hoş gösteren perdesi çekilip açılınca kalabalıkların, tüm tatlı sesler ağır bir gürültüyle boğuyor beni.
İyi günler temennileri ve kısa kısa değinilen gündelik olaylar aramızdaki muhabbetin hiç bitmemesini sağlar, bunu anlamıyoruz bir türlü. Küçüklüğümde izlediğim sabahlara kadar süren tüm açık oturumların sonunda sunucunun söylediği son sözler hep kulaklarım da ve o konuşmalardan tek arta kalan taraf: “başka bir oturumda buluşmak ümidiyle…”
Biliyorum, elini karşısındaki çekmeden çekmeyen bir Peygamberin ümmeti olmak utandırıyor beni. Ama kalabalık cümleler ve yoğun insan sayısı içimdeki huşuyu alıp götürüyor ve sonra bozduklarımı tamir etmeye yetmiyor tüm yaptıklarım…
Tamam, saf saf olalım ama ellerimiz önümüzde bağlı ve omuzlarımız birbirine değerken gönlümüzdeki Kâbe’nin göz kapaklarımızın gerisinden gelip hemen önümüze açılan pencere olmasını engelleyen huşuyu kaybetmeden olsun bu ne olur!
Tespihatı yalnız başına çekmek sünneti, bunu bir yerlerde okumuştum, ne güzel…
Kalabalıkta yapılan dualara değen âmin sayısı elbette fazla ama inanın ben kalabalıklarda yetiştiremiyorum dualarımı. Hep yarım kalıyorlar hep eksik…
Eve gitmeliyim artık. İnanın eve gitmeliyim… Belki anlatacakların ve geçirecek vaktin daha bitmemiş olabilir ama evde tek kişilik yalnızlığım beni bekliyor. Yolumu gözlüyor: Terliklerim, damlayan musluk ve altı kısılan çay demliği. Sonra hâlâ boşluğumun farkında olan balkondaki kanepe; hepsi orada ve bir ben eksiğim bütün bu yalnızlıkların arasında. Ben burada, içinden sıyrılıp kaçmaya çalıştığım kalabalık yalnızlıkların arasında bocalayıp duruyorum.
Sırasına göre alınmış bir abdest dinginliği var orada, beni kimse duymadığı için arada sesimi yükselterek okuduğum sure-i müzzemmil.
Daha yarım kalmış bir yığın düş var orada, kenarları kıvrılmış kitaplar ve artık neredeyse soğumaya başlamış çay…
Bilmiyorsunuz, hiç bilmiyorsunuz ve düşünmüyorsunuz bile; ben soğuyunca içemem çayı…
Artık eve gitmem gerek. Bunu o kadar çok istiyorum ki.
Buna inanın.
Mehmet Deveci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder