Günlük yaşam içerisinde ki bol gösterişli şeyler hiç dikkatimi çekmez. İri yazılı reklâm panoları, son model arabalar, kıyak elbiseli zatlar vs. Yüreğimin gösterdiği, görmek istediği şeylerdedir gözüm.
Sıradanlaşmış, bir köşede unutulmuş, aslen hayatın özü olan buruk yanımızdadır bakışlarım. Unutulmuş yanlarımızı ararım çünkü. Bazen sokak aralarında öylesine yürüyen bir deli, bazen de hayatın acısını kocaman yüreğinde taşımaya çalışan bir hamal… Bunları aramak, bulmak, görmek iyi geliyor yüreğime.
İçimden bu düşüncelerle yoğunlaşmış duygular geçerken, Cami avlusunda ki bir ağaç çarptı gözüme. Her zaman ona bakıyordum aslında ama bu sefer onu gerçekten gördüm.
Bildim bileli durur orada. Başı öne doğru eğik; kollarını genişçe açmış, müşfik, samimi ve tüm doğallığıyla. Her mevsim aynı değildir siması. Bizim gibidir yani. Bazen solgun ve sessizdir, geçer kendinden; bazen de alabildiğince yeşil. Her mevsimi başka yaşar. İnsanı anlatır her haliyle. Doğar, baharındadır bazen hayatın, sonra sararır rengi düşer tane tane hayatın gerisine. Yeniden dirilişi bekler kurumuş dalları. Hiç yoktan yaratanının, yenibaştan şekillendirmesindedir gözü.
Ne alnının ortasına vuran yaz güneşi nede yanaklarına düşen yağmur taneleri bozamıyor asil duruşunu. Gösterişi hiç sevmez. Bulunduğu avlunun en uç tarafında sessiz sedasız bekler öylece. Eminim çoğu kişi, yaz gelip de bunalıncaya kadar onun varlığını hiç fark etmezler. Zaten fark ettikleri de kendi değil gölgesi olur genellikle.
Göklerden geleni bağrında karşılar her dem. Kış aylarında yapraklarını dökmüş dalları, düşen yağmur taneleriyle koyu bir renk alıyor. Yaz günlerinde ise yapraklarının o inşirah veren yeşili görülmeye değer doğrusu. Önünde ki banka oturup başınızı yukarıya doğru kaldırdığınızda müşfik bir annenin kolları gibi sarar gölgesi. Huzur, işte o yaprak aralarından damlar yüreciğinize…
Önünde ki o bank, ezan vaktini bekleyen Hacı amcaların uğrak yeridir. Nice kişilere nice sohbetlere şahit oldu kim bilir. Gölgesinde oturanlar şimdiye dek hiç çekinmedi ondan. En mahrem konulara şahit oldu, en gizli akıtılan gözyaşları damladı damarlarına. Kısık sesle konuşulanları duymazlıktan geldi, görmezlikten geldi sürekli. Bir ağaç gibi durdu orada, öylece…
Hemen ardında ki kaldırımdan geçenler hiç fark etmedi onun gölgesini. Islak damlaları bağrına alıp engellemesi hiç kimsenin dikkatini çekmedi şimdiye kadar. Monotonlaşmış hayatın tam ortasında, betonlaşmış şehrin içerisinde yeniden yeşereceği baharı bekliyor şimdi, tüm sessizliğiyle.
Şu fani dünya hayatında bir tek komşusu var;hemen yanı başında. O kendisinden biraz farklı. Rengi her mevsim değişmez çünkü. Upuzun durur öylece. Ne dallarını döker nede solar bakışları. Dünya’yı ve gücü temsil ediyor kış günlerinde ki kibirli yeşiliyle. Ya bizimkisi öyle mi. Rükû halinde duruşu: Mustazaf, latif ve de sade. Acziyetinin farkında.
Bir elin iki parmağı gibidirler onlar. Diğeri orta parmak; iri kıyım, güçlü, dengeli, şatafatlı hafif de. Bizimkisi kenarda; yalnızlık onun için sanki. Rükû halinde. Diğeri yalnız başına bir şey ifade etmese de, bizimkisine şahadet parmağı denilebilir, yalnız başına duruşuyla…
Bir Cuma Namazını ikisinin arasında kılmıştım bir zamanlar. Onun etrafında karıncalar vardı. Çepeçevre sarmışlardı etrafını. Onlara karşı o kadar müşfik o kadar sarıcıydı ki. Anneleri gibiydi sanki, basmıştı bağrına. Kabukları arasında pervasızca geziniyordu karıncalar. Bizimkisi yine müşfik yine samimiydi onlara karşı…
Bu yazı için baharda açan yapraklarını beklememem bilinçli bir şey. Çünkü baharda zaten yeterince yeşil, çekici ve de sevimli. Ben onun kış aylarında ki dökülen yapraklarını, kuruyan dallarını da sevdim.
Adını sordum abdesthane görevlisine “Amca; şu kara, şu yaprakları dökük, şu kenardaki ağacın adı ne” diye. Kaldırdı başını, baktı şöyle umursamazca.”Boş ver”dedi, geçti gitti yerine. Ben boş vermedim. Sevdim onu. Hem de yazayım dedim, not düşeyim gönlü açık olanlara…
Mehmet Deveci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder